floranatolica
floranatolica
 
Ara Üye girişi DDbtn
-

Hasköy (Xasko) Güncesi

Serdar Ölez, 2011

Bingöl / Türkiye

Ağa oğlu benim kayınpederim. Hasköylü Katip Ağa´nın dört oğlundan üçüncüsü, üç de kız kardeşi var. 1950 yılına kadar köyde yaşamış. Köyün diğer çocukları ile beraber iki buçuk kilometre ötedeki Yayladere (Xolxol) İlkokuluna gidermiş. Çoğu karlı gece, köy yolu kapandığı için öğretmenin evine konuk olurmuş. Yakınlarda ortaokul bulunmadığı için babası hocanın yanına vermek istemiş onu. Bir yılı okulsuz geçmiş. Babası bir gün katırla ilçeye, elli kilometre ötedeki Kiğı (Gêğiye)`ya giderken yanına ilkokul diplomasını ve nüfus cüzdanını alarak gizlice takılmış peşine. Baba yoldan katırla, oğul meşeliklerden yalınayak uzunca süre yol almışlar. Babası onun ardından geldiğini fark edince geri çevirmeye çalışmış ama nafile. Ağa direnememiş, onu ilçedeki bir yakınına emanet ederek ortaokula kaydettirmiş... ... Önce Katibi Ağa´nın, ardından eşi Rabia Hatun´un vefatı ile asırlık köy evi de kapanmıştı. Kardeşlerin ara sıra köyü ziyareti, evi ayakta tutmaya yetmiyordu. Bakımsız kalmıştı. Köye imarın gelmesiyle beraber kayınpeder köyün ve Katibi Ağa´nın evinin bizden sonrakiler tarafından da hasretle anılması için bir şeyler yapmaya karar verdi. Temmuz 2011´in ilk haftası kayınpeder, Çeko ve ben köy evinin yeniden düzenlenmesini sağlamak üzere köyün yolunu tuttuk... ... Elazığ Bingöl karayolundan Karakoçan yönüne ayrılıyoruz köye gitmek için. Karakoçan´da alışveriş molası veriyoruz; büyük ilçeden köy evlerine ulaştırılacak bir şeyler olur her zaman. Yayladere´ye kadar 47 kilometrelik yol dağların arasından kıvrıla kıvrıla gidiyor. Deniz seviyesinden 1650 metre yükseklikte bu küçük ilçe. Yol burada sonlanıyor gibi. İlçede en büyük yerleşke askeri tugay. Birkaç taş ev güzellikleriyle dikkat çekiyor. İlçede özgün bir mimari tarz yok. Birkaç bakkal ve bir lokanta sanki buradaki yegane ticarethaneler. Kuzeyde tüm heybetiyle Sülbüs dağı var. Volkanik bir dağ olduğu söylenen Sülbüs 2884m ve içinde yer aldığı sıradağların ortasından birden bire yükseliveriyor. Yöre sakinleri tepesine kadar bir yol bulunduğunu, sivri gibi gözükmesine rağmen tepesinin düzlük olduğunu söylüyorlar. Hemen yanı başında mistik-mitolojik görünümüyle etkileyici sarp bir kayalık var; Taru taşı. Yayladere´den güneye dönen stabilize yol yaklaşık 3 kilometre sonra Hasköy´e getiriyor bizi. Köy, ortasından geçen dereyle ikiye ayrılmış. Biraz ayrı duran yukarı kısım 4-5 haneden oluşuyor. Aşağı kısım ise daha büyük, yaklaşık 15-20 hane. Katip Ağa´nın evi köyün en kuzeydoğusundaki ev. Köy büyüklerini ziyaret ardından Atif amca ve Sabiha yengenin evine konuk oluyoruz. Ev sahipleri sohbeti güzel, candan insanlar. Yemekte eskiler konuşuluyor, anılar birbirini kovalıyor. Ancak çok geçmeden yolun yorgunluğuna yenik düşüyor, Sabiha yengenin misafirleri için her daim hazır tuttuğu odalara bir bir dağılıyoruz. Sabah sağlam bir kahvaltı ardından hemen yola koyuluyoruz. Yakınındaki arsaları görmek üzere Yayladere yolundan ayrılıp kaplıcaya sapıyoruz. Buranın sularının birçok romatizmal hastalık için yararı olduğu söyleniyor. Kayınpeder tanıdıklarına rastlıyor hemen, işletmenin çay bahçesinde sohbete dalıyoruz, açık havuzdan kadınların şen şakrak şarkıları yükseliyor. Burada, kaplıcanın yanında ve vadinin tam ortasına gelen düzlükte büyük bir arazisi var ailenin, kayınpeder yakındaki tepeleri işaret ederek diğer arazileri ve sahiplerini sayıyor bize tek tek. Meşeliklerin tamamına devlet el koymuş; demiş ki `Sen buraları ekmemişsin, bakmamışsın, şimdi buralar meşelik olmuş, artık bunları kamuya mal ediyorum´. Biraz buruk da olsa devletin yaptığı hoşuma gidiyor, ama çok geçmeden yanılgıya kapıldığımı anlıyorum; şimdi devletin yeni bir kanun çıkararak buraları Orman vasfını yitirdi gerekçesiyle arazileri yeni sahiplerine satmayı hedeflediğini öğreniyorum. Bu ne garip bir çelişki, söylene söylene hep birlikte köyün yolunu tutuyoruz. Katibi Ağa´nın evi sırtını yamaca dayamış. O`nun evi gibi Hasköy´ün birçok evi de iki katlı ve yığma taştan yapılmış. Her evin alt katında bir ahır var. Çoğu ahır bugün kullanılmıyor. Geçmişte en önemli geçim kaynağı hayvancılık olmasına rağmen bugün az sayıda evin birer ikişer hayvanı var. Yenilenen evlerin çoğu ise tuğla ve betondan yapılmış. Çatılar kar birikmesini önlemek için oldukça dik yapılmış ve ince metal sac ile kaplanmış. Evlerin iç görünümü artık geleneksel görüntüden uzak. Oturma odalarındaki sırtlıkların ve minderlerin yerini kanepeler almış. Bütün odalara halı ve kilimler serili. Oturma odalarının duvarlarına genelde halılar veya aile büyüklerinin resimleri asılı. Eskiden evlerin bütün odalarında soba kurulu olduğunu öğreniyorum. Bunlarda yakacak olarak odun ve tezek kullanılırmış. Mutfaktaki soba ve ocaklar hem ekmek hem de yemek yapmak için yararlanılırmış. Elektrik gelmeden önce tüm evlerde çıra, gaz lambası veya lüküs kullanılıyormuş. Bugün hepsinde hem elektrik hem de çağın getirdiği tüm beyaz eşyalar mevcut. Vadi içme suyu açısından oldukça zengin. Dolaşırken her yerde karşınıza çeşme veya bir kaynak suyu çıkıyor. Evlere belediyeden sağlanan su için tesisat bulunuyor. Ama çoğu evde şebeke suyu yerine hanenin kendi gayretleriyle getirdikleri kaynak suları kullanılıyor. Katibi Ağa´nın evinin hemen yanından köyü ikiye ayıran dere akıyor. Köy tarafında evin çift kanatlı büyük bir kapısı var. Girişte geniş bir açıklık, hemen solunda hayvanların barındırıldığı bir ahır ve otları saklamakta kullanılan bölüme açılan iki kapı var. Karşıda ise alargaya çıkan merdiven bulunuyor. Alarganın büyük kısmı yıkılmış, balkon gibi kalmış bu kısımdan eve giriliyor. Yine geniş bir giriş, hemen solunda misafir odası. Büyüklerin vefatı ardından eşyalar özenle toplanmış, anılarıyla sandıklara ve duvara gömülü niş dolaplara kaldırılmış. Girişin sağında ise oturma odası, divanda oturmuş lüksün ışığında yükselen sohbetleri hayal ediyorum. Oturma odasının yanında dışarı açılan bir kapısı olan geniş bir oda ve buradan geçilen mutfak var. Burnuma odun ateşinde pişen yemeğin kokusu gelir gibi oluyor. Mavi metal bir kapıdan avlu benzeri bir açıklığa çıkılıyor. Çırık deniliyor bu açıklığa. Dışarıda kavurucu güneş, içeride ise açık kapıdan sızan ışık ve hoş bir serinlik var. Geçmişe uzanıyor, çırıkta oynayan kardeşlerin muzur kahkahalarını işitmeye çalışıyorum. Çırığın yamaca bakan kenarında isleri hala taze bir ocak var. Kayınpeder, annesinin ekmekleri burada pişirdiğini söylüyor. Karşıda, dereye uzanan patikanın başında ise Katibi Ağa ve Rabia Hatun´un altında fotoğraf çektirdiği koca ceviz ağacı duruyor. Ocakla ceviz ağacı arasından yamacı keşfe çıkıyoruz. Sülbus vadisinin her bir yanına, her bir köyüne dağılmış aile mülkleri olsa da, içlerinde en güzeli yarı meşeliklerle dolu bu yamaç bence. Neredeyse Yayladere yoluna kadar tamamı aile mülkü. İmar sırasında kayınpederim büyük hakkaniyetle paylaştırmış araziyi, Nurettin ve Yasin amcamlar, Algül, Sahibe, Zübeyde halamlar ve sevgili Enis ve Şeyda için ayrı ayrı parselletmiş. Tarlalar arasında gezerken soluk soluğa geride kalıyorum çoğu zaman, bakıyorum bacanak da nefes nefese. Kayınpeder hepimizden dinç, hem anlatıyor hem meyilden yukarı doğru ilerliyor, yürüdükçe daha da canlanıyor, çocukluk gençlik anıları birbirini kovalıyor. Dönüş yolunda komşumuz Aslıhan bacı bize sıcak süt ikram ediyor. Genç yaşta dul kalmış Aslıhan bacı, yaşlı kayınvalidesi ve kızı ile yaşıyor. Kayınvalidesi Türkçe bilmiyor, kayınpeder onun her söylediğini bize tercüme ediyor. Büyük bir saygı ve sevgi var aralarında. Ayrılıp Katibi Ağa´nın evine geçiyoruz. Çırıkta anılar arasında evi nasıl yenileyeceğimizin ana hatlarını belirliyoruz. İşin büyüğü Çeko´ya kalıyor yine, dönüşte mimari projeyi hazırlatmak ona düşüyor.
1-3 Temmuz 2011 tarihinde köye ilk seyahatim ardından hazırladım bu yazıyı. Hasköy´ün yanı sıra Yolgüden (Ekrek), Akçadamlar (Hubek), Helan, Yaylabağ (Ağdat), Kilise köylerini ziyaret etme fırsatı yakaladım.