floranatolica
floranatolica
 
Ara Üye girişi DDbtn
-

Altı Kıtanın Diyarı

Yelda Kovuk, 2018

Budva-Kotor / Karadağ

Karadağ, Balkan yarımadasında, Avrupa`nın güneydoğu kesiminde yer alan , muhteşem engebeli dağlara ve göllere,ortaçağ köylerine, milli parklara ve yaklaşık 300 km lik Adriyatik kıyı şeridine sahip, yüzölçüm ve nüfus olarak küçük ama son derece güzel bir ülke. Karadağ´ın komşu ülkeleri Arnavutluk, Kosova, Sırbistan, Bosna-Hersek ve Hırvatistan , Başkenti Podgorica. Karadağ`ın tarihi ve ikincil başkenti ise Karadağ Cumhurbaşkanının resmi ikametgahının bulunduğu ve Eski Kraliyet Başkenti Cetinje . Karadağ, konumu itibarı ile Avrupa ile Asya arasındaki kavşak noktası. Bu sebeple birçok uygarlığın dikkatini çekmiş ve bu uygarlıkların bıraktığı izlerle de kültür ve tarihin bir kavşağı haline gelmiş. Ülkenin yerel adı Sırpça/Hırvatça dan gelen `Crna Gora´ , uluslararası adı ise Monte negro. Her ikisi de Karadağ anlamına geliyor. Karadağ isminin kökeni bilinmiyor .Bir efsaneye göre Eski Karadağ`ın kalbi olan Lovcen dağında ve çevresinde çok yoğun ve sık ormanların görüntüsü sebebiyle böyle isim verilmiş. Diğer bir efsane ise denizin bittiği yerden başlayan dağların ,bulutların gölgeleri yüzünden gerçekten siyah gözükmesi sebebiyle denizciler tarafından bu ismin verildiği yönünde. En yaygın hikaye ise orta çağda bu topraklar Venedik lilerin hakimiyeti altındayken geçiyor. Kotor`dan Cetinje`ye ulaşmak için Lovcen Dağından geçen Venedikliler buraya `Monte Negro` `Black Mountain` - `Karadağ` demişler ve Venediklilerin resmi olarak bu adı kullanmasıyla birlikte diğer bati ülkeleri de bu bölgeyi bu isimle anmaya başlamış ve günümüze Montenegro olarak gelmiş. Karadağ´a ilk yerleşim MÖ 300 yıllarında olmuş.Balkanlar`daki ilk bağımsız devletlerden biri Zeta Prensliği bu topraklarda kurulmuş. 1493 yılında, Balkanlar`daki ilk matbaa bu topraklarda açılmış ve bir yıl sonra ilk kitap `Oktoih´ (Oktoechos) basılmış. Tarihi boyunca Venedik ve Bizanslılar dahil çeşitli uygarlıklarla tanışan bu toprakların bir kısmı , I. Kosova Savaşı ile Osmanlının egemenliğine girmiş. Karadağ, 1878 de bağımsızlığını kazanmış. 20. Yüzyıl zor bir dönem olmuş Karadağ için. 1918 de I. Dünya Savaşı sonrasında Sırp-Hırvat-Sloven Krallığının (1929 da Yugoslavya adını aldı) bir parçası olmuş. II.Dünya Savaşı`nda Yugoslavya´yı işgal eden kuvvetlere karşı çok sayıda Karadağlı ayaklanmış. II. Dünya Savaşı`ndan sonra kurulan Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyetinin altı cumhuriyetinden biri olmuş. 20. yüzyılın sonunda Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyetinin dağılması sırasında Karadağ ve Sırbistan birlik içinde kalmış ve Sırbistan - Karadağ isimli bir birleşik devlet oluşturmuş. Mayıs 2006`da yapılan referandum sonrası ise Karadağ Sırbistan´dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş ve uluslararası alanda tanınan bağımsız bir devlet olmuş. Karadağlılar çok sıcakkanlı ve misafirperver. Ama Karadağlıların tembelliği ile ilgili çok fıkralar varmış. O kadar tembellermiş ki yılan için hem yatıyor hem yürüyor şanslı hayvan derler bu sebeple yılanı çok severlermiş. Boyları çok uzun. Ortalama boy uzunluğu 1.83 civarı. Tarihi ve insanları gibi , doğası da çok renkli Karadağ´ın. Coğrafi ve iklim çeşitliliği sebebiyle altı kıtanın diyarı denen Karadağ, zümrüt yeşili dağları ve su kaynakları, turkuaz deniziyle, tarihi yerleri, sıcakkanlı insanları ve güvenilirliği sayesinde turistler tarafından oldukça ilgi gören bir turizm cenneti. Türkler de yoğun ilgi gösteriyor. Bu kadar ilgi görmesinin sebeplerinden biri diğer Avrupa ülkelerine göre hem daha ucuz bir ülke olması hem de henüz vize şartının bulunmaması. Her ne kadar ülkenin madencilik gibi başka geçim kaynakları olsa da turizm Karadağ`da ana sanayii. Erken saatlerdeki sabah kahvaltısının ardından Karadağ´daki ilk durağımız Budva`ya doğru yola çıkıyoruz. Yolda mola verip, üstten Budva ve Aziz Stefan (Sveti Stefan) Adası nı görüntülüyoruz . Aziz Stefan adası, bir kayalık üzerinde kurulmuş, kırmızı çatılı evlerin bulunduğu ve dar bir yol ile anakaraya birleştirilmiş bir adacık. Tarihi, 15. yüzyıla kadar uzanıyor. 1442`de adaya yerleşen 12 aile adanın ilk sakinleriymiş. Ailelerin Osmanlılardan ve korsanlardan korunabilmesi için adanın etrafı surlarla çevrilerek saklanma ve savunma amaçlı bir yer haline getirilmiş. Osmanlılar ele geçirmeye çalışmış ama başaramamışlar. Rivayete göre yaptıkları saldırılardan birinde Osmanlının gemileri ele geçirilmiş ve elde edilen hazine ile 12 ailenin her biri için bir ev ve bir tane de kilise yaptırılmış. Kilise Başpiskopos Aziz Stefan`a adanmış ve kiliseye bu ad verilmiş. Ada , 19. yüzyılın ilk yarısında, konumu nedeniyle ticaret merkezi haline gelmiş. Venedik Cumhuriyeti`nde büyük bir stratejik ve ticari öneme sahipmiş ancak, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında kısa zamanda hem ekonomik gücünü hem de önemini kaybetmiş. Çoğunluğu balıkçı aileleri olmak üzere birçok ada sakini adadan ayrılmış. Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyetinin döneminde yapılan yenileme çalışmaları sonrası ada bir şehir oteline dönüştürülmüş. 1970`lerde, dünya jet sosyetesinin yanı sıra Sofia Loren, Richard Burton, Elisabeth Taylor gibi Hollywood yıldızlarının ziyaretiyle ünlenmiş.Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyetinin dağılması sonrasında gözden düşmüş.2007 yılının başında, Singapur merkezli Aman Resorts grubuna Karadağ hükümeti tarafından 30 yıllığına kiralanmış. Ada kapatılarak kapsamlı bir tadilata girmiş ve 2010 yılında İtalyan tenor Andrea Bocelli`nin bir konseriyle yeniden açılmış. Ada, aktörler, şarkıcılar, sporcular vb. Dahil birçok tanınmış yıldız için favori tatil yerlerinden biri olmaya devam ediyor. Ancak adayı gezmek ,görmek için otel müşterisi olmanız ya da restoranında yemek yemeniz gerekiyormuş. Tepeden inerek ulaştığımız Budva son yıllarda renkli gece hayatı ve muhteşem plajları ile `Karadağ´ın Miami´si´ olarak anılıyormuş. Birçok Balkan şehrinde bulunan (Stari Grad-Old Town) Eski Şehir bölümü tarih meraklıları için, 21 km. uzunluğunda ki 17 den fazla plajı ve tertemiz Adriyatik denizi yaz tatili geçirmek isteyenler için ideal. Adriyatik kıyısında ki en eski yerleşim yerlerinden biri olan Budva M.Ö. 4 .yüzyılda Yunanlılar tarafından kurulmuş. Kent 1667`de ve 1979`da büyük depremler yaşamış. 1987`de yenileme çalışmaları yapılmış. Budva´da boğulan bir kızın heykeli olduğu söylenen `Dans eden kız heykeli´ ise en çok fotoğraflanan alanlardanmış. Heykel oldukça meşhur ve şehrin simgelerinden biri.Tertemiz Adriyatik sahili ve denizinin cazibesine kapılıp,kısa süreli Budva ziyaretimizde deniz kenarını tercih ederek Eski Şehir bölgesini gezemedik, Dans eden kız heykelini de fotoğraflayamadık. Budva ziyaretimizin ardından UNESCO korumasında olan Kotor`a geçiyoruz. Karadağ´ın bu şirin sahil kasabasında zamanınızı plajda geçirebileceğiniz gibi Eski Şehir bölgesinde ya da onların deyimi ile Stari Grad´da bir gezi yapabilirsiniz. Biz kısıtlı zamanımız dolayısıyla tercihimizi bu sefer tarihi şehirden yana kullandık. Stari Grad iyi korunarak günümüze ulaşan bir ortaçağ şehri. Kotor`un kuruluşuyla ilgili kesin bir bilgi yok ama Adriyatik`teki deniz ticareti kadar eski bir antik şehir olduğu söyleniyor. Kotor`a giden ilk yerleşimciler Yunanlılarmış. Sonraları Osmanlılar hariç, çeşitli uygarlıkların egemenliğine girmiş. Otobüsümüzden indiğimiz yerde harika bir manzara ile karşılaşıyoruz. Yeşil Skurda nehri yanında, tepenin eteklerine kurulmuş şehir ve sarp kayalıklar üzerinde 15 metre genişliğinde ve her biri 20 metre yükseklikte şehri koruyan duvarlar ve kale , şehrin karşısında mavi deniz. Trafiğe kaplı olan bu tarihi şehir, bir labirent gibi inşa edilmiş ve burada kaybolmak çok kolaymış. Yerlisi bile kaybolabilirmiş. Simge yapıların bulunduğu turist haritasını girişte turist bürosundan alabilirsiniz ancak gruplarda yerel rehberle gezmek zorundasınız. Şehrin Kuzey kapısı, Güney kapısı ve Deniz kapısı olmak üzere üç kapısı var. Biz Deniz Kapısından giriyoruz. 1555 yılında yapılan Deniz kapısından girince Saat Kulesinin de olduğu Silah Meydanına çıkılıyor. Silah Meydanında silahlar sergilenirmiş, şimdi ise kafelerin bulunduğu bir meydan. Meydanda ki Saat Kulesi Eski Kotor`un sembollerinden biri. Diğer ülke ve şehirlerde gördüğümüz simgesel saat kulelerinden biraz küçük ama yine de dikkat çekiyor. 1602 yılında inşa edilen bu kulenin, 1667 depreminden sonra eğildiği, tekrar dik konuma getirmek için bazı girişimlerde bulunulduğu, ancak 1979 depreminden sonra aynı konuma geri döndüğü söyleniyor. Kulenin hemen önünde ise bir taş piramit bulunuyor. Utanç Anıtı denilen bu piramide suçlular bağlanarak teşhir ediliyormuş. Buradan Un Meydanına geçiyoruz. Bu meydanda yeşil kepenkleriyle 17. yüzyıla ait, Barok ve Rönesans mimari tarzında ki Pima ailesinin sarayını (Palata Pima) görüyoruz. Buradan Kotor (Aziz Tripun/ Sveti Tryphon) Katedralinin de bulunduğu Tripun meydanına ilerliyoruz. Bizans mimarisinin unsurlarıyla Roma tarzında inşa edilmiş Kotor katedrali bir Katolik katedrali ve giriş ücretli. 1979 daki depremde ortaya çıkan kalıntılardan yola çıkarak katedralin ilk olarak 10 yy da yapıldığı ama bir yangında zarar gördüğü ve 12 yy da yeniden inşa edildiği tahmin ediliyor. Katedral birkaç deprem geçirmiş. 1667 deki depremde ön cephe tamamen yıkılmış ve yenileme sırasında iki barok kule eklenmiş. Bir tanesi 1809 da tamamlanırken diğeri 2009 da bitirilmiş. Bu tarihleri de kulelerin üzerinde görüyorsunuz. Katedralde gümüş bir tabut içinde Kotor´un koruyucusu kabul edilen Aziz Tripun´un kemikleri muhafaza ediliyormuş ki bu kemikler 809 yılında İstanbul´dan getirilmiş. Eski Kotor da gezmeye devam ediyoruz ve Grgurina Sarayına (Palata Grgurina) geliyoruz. Saray içerisinde çeşitli dönemlere ait, denizcilik ile ilgili fotoğraflar, maketler, tablolar, silah ve giysilerin bulunduğu Denizcilik Müzesi kurulmuş. Ücretli olan müzeye girmeden yolumuza devam ediyoruz ve Aziz Nikola (Sveti Nikola- St. Nicholas) ve Aziz Luka (Sveti Luka- St. Luke) Kiliselerinin bulunduğu meydana geliyoruz. Aziz Nikola Kilisesi, 19. yüzyılda yangınla tahrip olmuş eski bir binanın temelleri üzerine 1902-1909 yılları arasında inşa edilmiş bir Sırp Ortodoks kilisesi. Yapım tarihine bakılırsa şehirde ki yeni yapılardan. Aziz Luka Kilisesi ise Kotor`daki en eski kiliselerden biri .Roma ve Bizans mimarisinin özelliklerini taşıyan yapı 12.yy da inşa edilmiş.1979 yılında meydana gelen depremde büyük derecede zarar görmemiş olan şehirde ki tek yapıymış. Başka bir özelliği ise bir süre Katolik Okulu olarak hizmet verdikten sonra bölgeye Ortodoksların gelmesi ile kilise her iki inanç içinde kutsal bir yer olmuş. Kilise hem Katolik hem de Ortodoks sunaklarına sahip. Buradan 1221 yılında 6. yüzyıldan kalma bir bazilika üzerine inşa edilmiş olan bir Katolik kilisesine gidiyoruz. Aziz(e) Maria (Saint Mary -Sveta Marija) Kilisesinde cam bir tabut içinde Kotorlu Osanna´nın (1493-1565) naaşı sergileniyor. Azize Osanna´ nın hikayesine gelince. Yunan Ortodoks olarak doğmuş. Genç kızlığında Katolik görüşlerine ilgi duymuş ve ebeveyinin onayı ile Kotor´da bir Katolik ailenin hizmetçisi olarak çalışmaya başlamış ve burada çalışırken Katolik olmuş. Hikaye burada başlıyor. Osanna ev sahibinden habersiz fakirlere evden yiyecek götürüyor ve bir gün evin sahibi ile yolda karşılaşıyorlar. Ev sahibi elindeki paketi görmek istiyor ve paketi açtıklarında yiyeceklerin hepsi çiçek oluyor. Bugünden sonra daha fazla ibadet ediyor. Birkaç yıl sonra, ruhani bir hayat yaşama isteğiyle kiliseye bağlı küçük bir hücrede hayatını geçirmeye başlamış ve aslında Catherine olan adı Osanna olarak değişmiş. Şehir Osmanlılar tarafından saldırıya uğradığında, dualarının şehri kurtardığına inanılıyor. Bu hikaye kilisenin bronz kapısında kabartmalarla anlatılmış. Kilisenin az ötesinde ise tepenin zirvesinde ki San Giovanni Kalesine çıkış var. Kaleye zorlu bir tırmanış ile çıkıp Adriyatik Denizi´ni ve Kotor´u en tepeden manzarasına tanık olabilirsiniz. Deniz seviyesinden 280 m yükseklikte ki kaleye çıkış ücretli. Tırmanışın zorlu olmasının sebebi ise hem gidiş hem dönüş için kullanılan, 4.5 km uzunlukta ve 1500 civarında basamağı olduğu söylenen dik ve dar merdivenler. 1.5-2 saatinizi alacak iniş çıkış arasında yol üzerinde ki (Church of Our Lady Remedy )Şifa Veren Meryem Ana Kilisesi´ni de görebilirsiniz. Kotor´dan sonra Balkan turumuzun sonra ki durağı Hırvatistan-Dubrovnik´e gitmek üzere yola çıkıyoruz. Kotor Körfezinin çevresini dolaşan karayolunu kullanmak yerine daha kısa olması sebebiyle arabalı vapur ile geçiyoruz. Adriyatik Denizi kıyısında ki kıvrımlı ve girintili jeolojik oluşumu sebebiyle bir fiyordu andırıyor. Dağların, denizin, güneşin ve gökyüzünün buluştuğu, ortaçağ ve Venedik dönemi şehir ve kasabaları ile Kotor Körfezi, dar kanallarla birleşen koylardan oluşuyor. Bu sebeple kelebek şekline benzetilen Kotor Körfezi´nde, başta Kotor olmak üzere, birbirinden güzel irili ufaklı birkaç yerleşim var. Bunlardan biri olan Kotor yakınlarında ki Perast´ın karşısında ise biri doğal diğeri yapay iki adacık bulunuyor. Doğal olan ada St. George Adası üzerinde ve 12 yy. da yapılmış, turist ziyaretine kapalı bir manastır var . Yapay olan adanın üzerinde ise adı `Our Lady Of The Rocks´ olan bir kilise mevcut. Yapay adanın ilginç bir hikâyesi var. Bir gün körfezde balıkçıların ağına bir Meryem Ana figürü takılmış. Manastıra götürmüşler ama kaybolan figürü yine aynı yerde bulmuşlar. Bu birkaç kez devam etmiş. Balıkçılar bunu bir işaret olarak düşünmüş ve denize bir kilise inşa etmek istemişler ancak denizde kilise yapacak bir kara parçası yokmuş. Bunun üzerine heykeli buldukları yere taş atmaya, kayalarla dolu eski ve ele geçirilen gemileri batırmaya başlamışlar. Bu 200 yıl devam etmiş. Sonra kayalardan oluşan adacığa bir kilise inşa etmişler. Her yıl 22 Temmuzda taş atma geleneği devam ediyor, törenler yapılıyormuş. Bizim Karadağ gezimiz bu kadarla ibaret. Katıldığımız Balkan turunda en beğendiğim ve yeniden gelebilirim dediğim yerlerden.